Bugün kendimden söz etme günüm.

Zeynel KOZANOĞLU

 

 Bugün kendimden söz etme günüm.  Adına övünme günü de diyebilirsiniz, dertleşme günü de diyebilirsiniz. Yakınma günü de olabilir. Ya da biraz biraz her birinden kırıntı içeren bir yazı diye de niteleyebilirsiniz.  Gönlünüz nasıl istiyorsa, kararı kendiniz verin.

Filiz kızımda geçmiş yıllardan kalma bir şiir defteri varmış, bana gösterdi. Benim değil ama çok yakın bir arkadaşımın defteri hemen tanıdım.  Yüze yakın seçme şiir bu deftere el yazısı ile geçirilmiş ve hepsinin altında imza yanında tarih de var. Ve hepsi 1954 yılında yazılmış.

Demek oluyor ki, altmış iki yıl önce tutulmuş bir defter.  Bu defterde şu şiir var:

              Kitabe

Gençti, çok güzeldi, otuzdu yaşı

Bir gün bile rahat görmedi başı

Buraya adına diktik bu taşı

Aradık cesedi bulunamadı

Bir kuru taş ama kutsal şeydir bu

Bir mezar şekline yeni sokuldu

Fatiha borcunu unutma yolcu

Kadir Asım idi ölünün adı.

Zeynel Savcı Kozanoğlu

Bu şiiri ben yazmışım. Yıl 1954 olduğuna göre 18 yaşındaymışım. Bugün o yaşta olabilmek için 18 trilyon liralık borç senedinin altına gözümü kırpmadan imza atarım. “Nasıl ödeyeceksin? diye soracak olursanız da orasını sonra düşünürüz.

Türkiye’de herkes borcunu ödüyor mu sanki?

“Zeynel Savcı Kozanoğlu benim ileride yazar olursam, umuduyla edindiğim adım. O yıllarda Türk hukukunda “Savcı” sözcüğü yoktu.  Savcılık görevini üstlenmiş  hukukçulara “Müdde-i Umumi” diyorlardı. Türkçenin acıklı haline bakar mısınız? İlkokula giden çocuğa “Baban neci?” diye soracaksınız. O da size “Babam mdde-i Umumi” diyecek.

Kimi kaz kafalılar bugün de yabancı sözcüklerin Türkçeden kovalanmasını hazmedemiyor

Ben adımı böylece kullanmaya başlamışken hukukumuza “Savcı” sözcüğü girdi. Bu kez de aynı guruptan kişiler beni Savcılık taslamakla suçlamaya kalkıştılar. Ben de çok sevdiğim halde bu sözcükten vaz geçtim.

Oysa ben Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinde okuyordum.  İnsan kılığında dolaşan bir  takım şeyler engel olmasaydı, gerçekten bir Savcı olabilmem işten bile değildi. Beni bir yabancı ülkenin “haşmet” inde  geleceğimi aramaya mahkum edenler şimdilerde Allahın huzurunda kendilerine yer arıyorlar. Keşke her birine Allah rahmet eylesin, diyebilsem.

Savcı Bey sözcüğünü niye çok sevdiğimi de söyleyeyim.

Osmanoğulları yeterince canavarlaşmadan önce şehzadelerini boğdurmuyorlardı.  Gözlerine mil çekiyorlardı. Savcı Bey böyle bir talihsiz şehzade idi ve mazlumdu. Sonraları artık şehzadeler ibrişimle boğdurulur oldu. Osmanlının insafı büsbütün tükendi mi? Hayır.

Çocuklarının kanı asil olduğu için o kanın yere akmasını önlemek üzere çocukları boğdurarak öldürttü. Hatırlayınız  Mehmetlerden birinin padişah ilan edildiği gecenin sabahında saraydan tam on dokuz cenaze çıkarılmıştı. En küçüğü dokuz aylık, en büyüğü on sekiz yaşında idi…

Benim babacığım tutulduğu kemik veremi hastalığından ölmüştü.

Bu şiiri görünce şöyle düşündüm: “Acaba ben şiir yazmaya devam etse miydim?”

…..