Bir seçim senaryosu-1

Fatih ORAKÇIOĞLU

BİR SEÇİM SENARYOSU-1

İnsanları şiddetle kendi üzerine çeken, bir oyunu her zaman kendi lehine çevirmiştir.

Nietzsche

1983 yılından 2015 yılına kadar gerçekleşen milletvekilliği seçimlerini incelediğimizde karşımıza şöyle bir tablo çıkmaktadır.

Sağ seçmen oyu, 7 Haziran 2015 seçimleri dışında hiçbir dönemde % 60’ın altına inmemiş. Haziran seçimlerinde ise % 60’ın hemen altında % 58-59 aralığında gerçekleşmiştir. Bu uç örneğin dışında sürekli % 65-70 bandında seyretmiştir.

1999 seçimlerine kadar oldukça dağınık olan sağ seçmen oyları kademe kademe Milli Görüş çizgisinde toplanmaya başlamış, 2002 seçimlerinde bir kısmı AK Parti’de toplansa da sağ seçmenin tamamen konsolide oluşu 2007 seçimlerinde gerçekleşmiş ve bu seçimlerden sonra AK Parti hiçbir dönemde % 40 çizgisinin altına inmemiştir. 2011 ve 1 Kasım 2015 seçimlerinde almış aldığı % 50 oy üst sınırı olmuştur.

Tabloları incelediğimizde 1999 seçimlerine kadar sol partilerde de benzer bir dağınıklık söz konusu olsa da, sol bu konuda daha tutarlı bir çizgide kalmış 1999 seçimlerine kadar % 30 civarında seyreden sol oylar, 2002’den itibaren ağırlıklı olarak CHP’ye yönelirken, Güneydoğu oyları HDP’ye yönelmiş ve halen bu çizgide devam etmektedir. Güneydoğu oylarındaki kaymalar CHP’den ziyade AK Partiyi etkiler niteliktedir. Nitekim 2011, 7 Haziran 2015 ve 1 Kasım 2015 seçimlerinin sonuçlarına bakacak olursak bu etkileşim açık biçimde kendini ortaya koymaktadır.

1999 seçimlerinden sonraki dönemin kısaca analizini yapacak olursak, artan seçmen sayısına karşılık AK Partinin oylarını korumasının nedeni başta Milli Görüş olmak üzere gerek muhafazakâr gerekse de demokrat seçmenlerin AK Partiye yönelmesi olarak açıklayabiliriz. Çok uzun yıllar sağ siyaseti domine eden DP-AP-DYP çizgisinin özellikle son 3 seçimde tamamen ortadan kalktığını ve başta AK Parti olmak üzere diğer partilerin içinde dağıldığını görürüz. 1980 sonrasının yıldızı olan ANAP’ın zaman içerisinde eriyişinin en temel noktalarından birisini Turgut Özal’ın hayatını kaybetmesi ile zaten yavaş yavaş başlayan çözülmenin artışı ve partinin ağırlıklı kanadının Refah Partisine doğru kayışı biçiminde açıklayabiliriz. Demokrat Parti köklerinden gelen milliyetçi demokratların bir kısmı DYP’ye kayarken bir kısmı da önce DSP sonrasında ise Orta Anadolu’da AK Parti'ye ve Ege’de CHP’ye kaymıştır. 2002 seçimlerinde küçük bir varoluş mücadelesi verse de 2007 seçimlerine katılmayarak siyasi hayatını noktalamıştır diyebiliriz.

Kökleri derinlere giden ve siyasi yaşamı 50 yılın üzerinde olan siyasal akımlar, Türk siyasetine yön vermektedir. Temel olarak bakıldığında CHP kökenli sol (Sosyal Demokrat) bir çizgi, DP kökenli sağ (Milliyetçi Muhafazakâr Demokrat) bir çizgi ve her ne kadar bunlar kadar eski olmasa da MSP kökenli Milli Görüş (Muhafazakâr Demokrat) ve MÇP-MHP kökenli (Milliyetçi Muhafazakâr) akımları karşımızda görmekteyiz.

Bütün siyaset bu düşüncelerin birbirleri ile olan kombinasyonlarından oluşmaktadır. Ayrılmalar, birleşmeler, koalisyonlar veya ittifaklar. Bu 4 ana akıma, son 20 yıldır HDP’nin temsil ettiği Kürt Milliyetçiliği de dâhil olmaya çalışsa da sonuçta, temsil ettiği ayrışma temelli siyaseti nedeni ile hapsolduğu çevrenin dışına çıkıp da genel anlamda siyasete dahil olamaz. Ancak seçimlerin kaderini belirleme anlamında önemli bir aktör olduğu da su götürmez bir gerçektir.

Bu bölümü kısaca yorumlayacak olursak.

Şartlar git gide 1999 seçim şartlarına doğru yol almaktadır. Elbette siyaseti etkileyen birçok değişken koşullar söz konusu. Ekonomi, askeri harekâtlar, dış ilişkiler, adalet, diğer politikalar ve sosyal ilişkiler. Ancak, sonuçta her seçim döneminde benzer şartlar oluşur ve seçmen üzerinde bunların benzer etkileri olur. Sonuçta bulunduğumuz coğrafya ve toplum yapımız nedeni ile öyle çok da durgun sakin bir toplum değiliz. Ayrıca ne yazık ki hoşumuza gider veya gitmez, kanunları kuralları oturmuş dengeli bir yapımız da yok, yani ne İsveç ne Norveç ne de Finlandiya’yız ki aniden olabilecek olan olaylara toplum aşırı ve değişken reaksiyonlar versin.

20 yıl önce de terör vardı, bugün de var, 20 yıl önce de ekonomi berbat haldeydi bugün de öyle, 20 yıl önce de eğitimde, sağlıkta sorunlar vardı bugün de var, 20 yıl önce de adaletsiz ve vicdanının kabul etmediği uygulamalar vardı, bugün de var. Kısaca 20 yıl önce ile bugün arasında temelde çok da büyük farklar yok, sadece kötü olan şu neredeyse 1980’den bu yana yaşananları kanıksadık, artık garip gelmiyor ve tüm bunlar bizim normallerimiz oldu. Dünyanın birçok ülkesinde son derece büyük infialler yaratacak olaylara karşı toplum kayıtsız kalıyor. Bu durum da yönetenlerin her dönemde doğru işler yaptıklarına sanmasına yol açıyor çünkü yapılanlara tepki yok.