Beyin göçü ve tersine göç

Murat YAZAN

Bilim insanları ve sanatçılar üretebilmek için elverişli ortamlara ihtiyaç duyar, Yaşamları ya da üretme şansları tehlikeye girerse ülkelerini terk ederler. Zihinleri berrak, kaygısız, imkânları geniş olmalıdır.

Nazi Almanyasında zulüm gören, hayatı tehlikede olan Yahudi bilim insanları ve sanatçıları güvenli gördükleri ülkelere göç ettiler. Önemli kısmı İsviçre ve Türkiye’ye sığındı. Ülkemizde danışmanlık görevleri, öğretim üyelikleri yaptılar. Ayrıntılı bilgiye https://tuerkei.diplo.de/tr-de/themen/kultur/-/1797648 adresinden ulaşılabilir. Bu insanlar neden birilerinin eleştirdiği İnönü döneminde Türkiye’yi tercih ettiler?

Avrupa ve dünya bugün Türk kökenli iki bilim insanından söz ediyor. Prof. Uğur Şahin ve Prof. Özlem Türeci.

Ailelerinin Türkiye’den ayrılması konusunda farklı şeyler söyleniyor. Alevi oldukları için baskı nedeniyle ayrıldıklarını söyleyen de var, Almanya işçi talep edince babalarının Almanya’ya işçi olarak gittiklerini söyleyenler de.

Şahin ve Türeci için hayıflanıyoruz. “Neden Türkiye’de kalmadılar” diye… İyi ki kalmamışlar. Kalsalardı hem akademik unvanları zora girerdi hem de üretkenlikleri.

“Neden beyin göçü yaşıyor ve tersine çeviremiyoruz?” diye düşünüyoruz. Doğru yanıtı bulmak için göçün nedenlerine bakmak gerekli. İnsanlar “daha iyi şartlarda yaşamak ve çocuklarına daha iyi bir gelecek sağlamak için göç ederler. Dünyanın her yerinde göçün nedeni budur. Peki göçü tersine çevirmek nasıl mümkün olur? İnsanlara yaşadıkları ülkelerden daha iyi şartlar, daha geniş çalışma ve özgürlük alanları yaratmakla mümkün olur. Ülkemizdeki gençlerin (AKP seçmeni olanlar dâhil) hedefinin yurt dışında yaşamak olduğu istatistik ve araştırmalarla sabittir. Demek ki bu ülkede bazı şeyler yolunda gitmiyor! Bilim ve sanat üretmekte sorun yaşıyoruz. Üretenler de bireysel gayretleriyle üretiyor. Peki neden?

Bilim ve sanat üretmek dünyanın en zor işleridir. Üretmeye uygun bereketli bir ortama, maddi imkânlara, laboratuvarlara, tesislere, sanat yapılacak mekânlara ve hepsinden önemlisi “özgürlüğe” ihtiyaç duyar.  

İnönü döneminde Almanya’dan beyin göçü alan Türkiye, Tayyip Erdoğan döneminde gençlerine ümit vermiyor, gençler yurt dışında yaşamak istiyor.

18 Yıldır kutuplaşmanın zirvesini yaşıyoruz. Sanatçılar “saray sanatçıları” ve “vatan hainleri” diye ayrıştırıldı. Makbul olanlara TRT ve yandaş kanalların kapıları ardına kadar açılırken özellikle Gezi direnişinden sonra sesini çıkaranların bazıları Devlet ve Şehir Tiyatrolarından ihraç edildiler. Bazıları yurt dışına kaçmak zorunda kaldı. Bu ortamda nasıl sanat üretilebilir?

Bilimin üretilmesi için yeterli tesislerimiz yok. Bilime inanan, teşvik eden bir iktidar da yok. Bilim üniversitelerden başlar ama son Boğaziçi Üniversitesi Rektörü ataması gösterdi ki; hedeflenen bilim üreten üniversiteler değil, avuçta tutulan, hatta baskı altında tutulan üniversiteler! AKP milletvekili aday adayı biri tüm teamüller yok sayılarak bu seçkin üniversitenin başına geçiriliyor. Öğrenci ve öğretim üyeleri de haklı olarak tepki gösteriyor.

Bu arada bilim insanları da ayrıştırıldı. İktidara yakın olanlar makbul, Türk Tabipler Birliği “terörist” ilan edildi.

Yandaş bilim insanları her akşam kanal kanal gezerken, muhalif bilim insanları seslerini muhalif kanallarda çıkarmaya çalışıyor.

Bilim ve sanatın en büyük ihtiyacı “özgürlüktür” demiştim. Özgürlük ve AKP aynı cümle içinde kullanılması en zor iki kelimedir, kavram ve partidir. Her parti gibi AKP’de günü gelince seçimle iktidardan düşecektir. Verdiği zararı telafi etmek de gerçekten uzun sürecektir. Biz de çocuklarımıza ve torunlarımıza hesap vermek durumunda kalacağız. Bize “neden bunları seçimle indiremediniz?” diye hesap soracaklar.

Cevabı düşünmeye şimdiden başlamakta yarar var...