ATATÜRK TURANCI MIYDI?

Fazlı KÖKSAL

Atsız’ın 1933 yılında kaleme aldığı "Çanakkale'ye Yürüyüş" adlı kitabında Türk Gençliğine hitaben yazdığı; "Dün ordularına ilk hedef olarak Akdeniz'i gösteren GAZİ elbette pek yakında ikinci hedefi de gösterecektir. İlk hedef Batıda idi. İkinci hedef Doğuda olabilir. Sen bu savaşta kanını akıtmak ve ölmekle mükellefsin" cümlelerini, yıllar önce okuduğumda adeta çarpılmıştım.

O günden beri  hep aklıma takılır;  Atatürk neden “Ordular Hedefiniz Akdenizdir ileri” değil de “Ordular İlk hedefiniz Akdenizdir ileri” demiştir?  Atatürk’ün ordulara göstermek istediği ikinci, üçüncü hedefleri neresiydi ?

Tarihimizin en şanssız şahsiyetlerinden birisi Atatürk’tür şüphesiz. Kimse O’nu her yönüyle olduğu gibi tanımak/tanıtmak istememiş, herkes kendi kafasındaki şablona uygun bir Atatürk tanıtmış, Atatürk’ü kendi düşüncelerini kabul ettirecek bir araç olarak görmüştür.

Bunun içindir ki; Atatürk’ün ordulara göstermek istediği ikinci, üçüncü hedefleri neresiydi ? Sorusu gündeme getirilmemiştir.  O soru gündeme getirilseydi Atatürk’ün yalnızca bir Türk Milliyetçisi değil, aynı zamanda bir Turancı olması ihtimali üzerinde konuşulacaktı. O’da, Atatürk’ü bir geçim kapısı gören, kendi kafalarındaki Atatürk’ü gerçek Atatürk olarak takdim etmek isteyen, Türk’e, Türkün gücüne inanmayan, sırtını “süper devletler”e dayamayı alışkanlık haline getiren “Atatürk Esnafı”nın işine gelmeyecekti.

Atatürk’ün bir Türk Milliyetçisi olduğu kuşkusuzdur…

Hatta;“Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur.”,  “Hayattaki yegane üstünlüğüm, Türk doğmaktır! Muhterem milletime şunu  tavsiye ederim ki; sinesinde yetiştirerek başının üstüne kadar  çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki cevher-i asli'yi çok  iyi tahlil etmek dikkatinden bir an feragat etmesin." gibi sözlerinden ve bazı icraatlarından hareketle O’na Irkçı bile demek mümkündür…

Atatürk’ün bu fikirleri yanında, yetiştiği ortam, Turancı Ziya Gökalp’ten “Fikirlerimin Babası” diye bahsettiği dikkate alınırsa, O’nun Turancı fikirlerden etkilenmemesi hatta Turancı olmaması pek mümkün görülmemektedir.

Atatürk dava adamıdır. Ama aynı zamanda hesap adamıdır. Turancı görüşlerini açıkça ifade etmesi, O’nun “hesap adamı” özelliği ile bağdaşmazdı… Yeni kurulmuş, ayakları üzerinde durmaya çalışan bir devlette, Turancı görüşleri açıkça dile getirmesi mümkün değildi.  Ancak, Türklerin yaşadığı coğrafyalara öğretmenler göndermesi[i], Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu üzerinde hassasiyetle durması, hatta Latin harflerine geçilmesi[ii] gibi pek çok icraatının temelinde, gelecekteki Türk Birliğinin alt yapısını oluşturmak düşüncesi olduğunu söylemek mümkündür.

Atatürk, bazı sözleriyle de Turancı görüşlerinin ipuçlarını vermektedir.

Bakın şu sözüne; "Ben her şeyden önce bir Türk milliyetçisiyim. Böyle doğdum. Böyle  öleceğim. Türk birliğinin, bir gün hakikat olacağına inancım vardır.  Ben görmesem bile, gözlerimi dünyaya onun rüyaları içinde kapayacağım. Türk birliğine inanıyorum, onu görüyorum. Yarının  tarihi, yeni fasıllarını Türk birliğiyle açacaktır. Dünya sükununu  bu fasıllar içinde bulacaktır. Türk'ün varlığı bu köhne aleme yeni ufuklar açacak, güneş ne demek, ufuk ne demek, o zaman görülecek." [iii]

Atatürk, Fransız büyükelçisi ile yaptığı bir sohbette: “… Ben toprak büyütme delisi değilim. Barış bozma alışkanlığım yoktur. Ancak, Antlaşmaya dayanan hakkımızın isteyicisiyim. Onu almazsam edemem. Büyük Millet Meclisi kürsüsünden milletime söz verdim, Hatay’ı alacağım. Milletim benim dediğime inanır. Sözümü yerine getirmezsem, onun huzuruna çıkamam. Yerimde kalamam. Ben şimdiye kadar yenilmedim, yenilmem. Yenilirsem bir dakika yaşayamam. Bunu bilerek ve sözümü mutlaka yerine getireceğimi düşünerek benim dostluğumu lütfen bildiriniz ve doğrulayınız” [iv] demiştir.

30 Ağustos 1922 tarihli Fransız Le Figaro gazetesinde çıkan bir yazıda Atatürk'ün şu ifadelerine yer almaktadır "Avrupa'da, İstanbul ve Meriç'e kadar Batı Trakya, Asya'da Anadolu, Musul arazisi ve Irak'ın kuzeyi. Arkada kalan ve sırf Türk olan her yeri isteriz. Bunları kurtarmaya azmettik ve kurtaracağız."[v]

Atatürk Araştırmalarıyla tanınan tarihçi-yazar İsmet Bozdağ, iki kitabında (Atatürk’ün Avrasya Devleti/ Atatürk’ün Sofrası,) İhsan Sabri Çağlayangil’den dinlediğini, Sebati Ataman, Kılıç Ali, Tevfik Rüştü Aras ve Hikmet Bayur’a da doğrulattığını belirttiği aşağıdaki olayı nakleder;

“1933 yılı 29 Ekim gecesi, herkes Cumhuriyet’in 10. yılını kutluyor. Atatürk o sırada Türk Ocağı’nda yabancı diplomatlara yemek veriyor, davetliler gecenin ilerleyen saatlerinde birer ikişer dağılırlar, Atatürk yakın arkadaşları Salih Bozok, Kılıç Ali, Nuri Conker’i kastederek “Bizimkiler nerede ?” diye sorar, Tevfik Rüştü Aras (Atatürk’ün Dışişleri Bakanı) Ziraat Bankası salonundaki baloda olduklarını söyler.

Hep beraber Ziraat Bankası’nın balo salonuna giderler. İçerisi tıklım tıklımdır, Atatürk gelince herkes alkışlar, “Yaşa Gazi Paşam” şeklinde tezahürat yapar. Atatürk halkıyla sohbet etmeyi çok sevdiği için sandalye ve masa ister ki isteyenler ona sorularına sorabilsinler. Soru sormak için gelen kişilerden biri Zeki isimli 25 yaşlarında bir doktordur. Şunu sorar;

-Gazi Paşam! Saltanatı kaldırdık, hilafeti meclisin manevi şahsiyetinin içine aldık; bunlar yapılana kadar bir milletin ideali olabilirler, fakat yapıldıktan sonra yeni bir düzen kurulur ve işler… Onun iyi işlemesi, kötü işlemesi, ideal değildir, iyi işlemesini sağlamaya mecburuz! Yaptığımız öteki devrimler de yapıldığı an ideal olmaktan çıkar. Artık ideallerimiz, yaşadığımız gerçekler haline dönüşmüştür. İyi ya da kötü sonuç vermesi bizim sorumluluğumuzun sonuçlarını belirler.
Ama bir de Milletlerin babadan-oğula sıçrayan uzun vadeli idealleri vardır. Siz bize böyle bir ideal aşılamadınız! Yahut benim bundan haberim yok! Bunu bize açıklar mısınız Gazi Hazretleri ?

Atatürk bu soruya şöyle cevap verir;

-Bunlar vicdanımıza yazılmış gerçeklerdir; konuşulmaz, yaşanır!
Elbet bu milletin bir ülküsü olacaktır ama bu ülküler devletler tarafından açıklanmaz; Millet tarafından yaşanır! Nasıl, bakarken gözlerimizi görmüyor, onunla herşeyi görüyorsak, Ülkü de onun gibi, farkında olmadan vicdanlarımızda yaşar ve herşeyi ona göre yaparız…
Ben Devlet Başkanıyım! Sorumluluklarım vardır! Bu sorumluluklarım altında konuşamam! Bu konuda genç arkadaşlarımla ayrıca konuşacağım.

Sonra Atatürk halkın Cumhuriyet bayramını tekrar kutlar ve Dr. Zeki’yi yanına alarak Genel Müdür’ün odasına çıkar. Atatürk’ün arkasında duvarda bir Türkiye haritası vardır. Karşısında oturan Dr. Zeki’ye :

-Benim arkamdaki haritayı görüyor musun?

-Evet Paşam.

-O haritada Türkiye’nin üstüne abanmış bir blok var, Onu da görüyor musun?

-Evet, görüyorum Paşa Hazretleri.

-Hah. İşte o ağırlık benim omuzlarım üstündedir. Omuzlarım üstünde olduğu için, ben konuşamam!

Düşün bir kere.. Osmanlı İmparatorluğu ne oldu? Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ne oldu? Daha dün bunlar vardılar.. Dünyaya hükmediyorlardı! Avrupa’yı ürküten Almanya’dan bugün ne kaldı?.. Demek hiçbir şey sür-git değildir! Bugün ölümsüz gibi görünen nice güçlerden, ileride belki pek az birşey kalacaktır. Devletler ve Milletler, bu idrakin içine olmalıdırlar.

Bugün Sovyetler Rusya dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir.. Devlet olarak bu dostluğa ihtiyacımız var ! Fakat yarın ne olacağını kimse kestiremez. Tıpkı Osmanlı İmparatorluğu gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan İmparatorluğu gibi parçalanabilir ! Bugün elinde sımsıkı tuttuğu Milletler, avuçlarından sıyrılabilirler.. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir !
İşte o zaman Türkiye, ne yapacağını bilmelidir !

Bizim bu dostumuzun yönetiminde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onları arkalamaya hazır olmalıyız !
-“Hazır olmak” yalnız o günü susup beklemek değildir, “hazırlanmak lazımdır”. Milletler, buna nasıl hazırlanırlar? Manevi köprülerini sağlam tutarak! Dil bir köprüdür, inanç bir köprüdür, tarih bir köprüdür! Bugün biz , bu toplumlardan dil bakımından, gelenek, görenek, tarih bakımından ayrılmış, çok uzağa düşmüşüz! Bizim bulunduğumuz yer mi doğru, onlarınki mi? Bunun hesabını yapmakta fayda yoktur! Onların bize yaklaşmasını bekleyemeyiz; Bizim, onlara yaklaşmamız gerekli…
Tarih bağı kurmamız lazım.. Folklor bağı kurmamız lazım .. Dil bağı kurmamız lazım..

-Bunları kim yapacak?

-Elbette biz..

-Nasıl yapacağız.

-İşte görüyorsunuz , “Dil Encümenleri”, “Tarih Encümenleri” kuruluyor. Dilimizi, onun diline yaklaştırmaya, tarihimizi ortak payda haline getirmeye çalışıyoruz. Böylece, birbirimizi daha kolay anlar hale geleceğiz. Bir sevgi parlayacak aramızda, tıpkı bir vücut gibi, kaderde ve mutlulukta birbirimizi duyacağız ve arayacağız. Ortak bir dil amaçladığımız gibi, ortak bir tarih öğretimiz olması gerekli.. Ortak bir mazimiz var, bu maziyi, bilincimize taşımamız lazım. Bu sebeple okullarda okuttuğumuz tarihi Orta Asya’dan başlattık! Bizim çocuklarımız, orada yaşayanları bilmelidirler. Orada yaşayanlar da bizi bilmeli..

-İşte bunu sağlamak için de “Türkiyat Enstitüsü”nü kurduk. Kültürlerimizi, bütünleştirmeye çalışıyoruz! Ama bunlar, açıktan yapılmaz. Adı konarak yapılacak işlerden değildir. Yanlış anlaşılabildiği gibi, savaşlara da sebep olabilir. Bunlar, devletlerin ve milletlerin derin düşünceleridir.
İşitiyorum: Benim dil ve tarih ile uğraştığımı gören kısa düşünceli bazı vatandaşlarımız; “Paşanın işi yok! Dil ile Tarih ile uğraşmaya başladı” diyorlarmış. Yağma yok! Benim işim başımdan aşkın. Ben bugün çağdaş bir Türkiye kurmaya ne kadar çalışıyorsam, yarının Türkiye’sinin temellerini de atmaya o kadar dikkat ediyorum.

Bu yaptıklarımız, hiçbir millete düşmanlık değildir.

Barıştan yanayız, barıştan yana kalacağız!

Ama durmadan değişen dünyada, yarının muhtemel dengeleri için hazır olacağız.

Bunları sana, akıllı bir genç olduğun için söylüyorum. Açıktan söylemiyorum, kulağına söylüyorum.. Sen bil, gerekçesini kimseye söylemeden böyle davran, çevrenin de böyle davranması için gerekeni yap! İdealler konuşulmaz, yaşanır!
İşte senin sorunun karşılığını da böylece vermiş oldum!”

 

Ne dersiniz, Atatürk Turancı mıydı?

 


[i] Ayrıntılı Bilgi için Bkz. Necip Hablemitoğlu Kemalin Öğretmenleri.

[ii] Bazı Orta Asya Türk Toplulukları Mesela Yakutlar, Türkiyedeki alfabe değişikliğinden önce 1917’de Latin Harflerine geçmişlerdi. 1926’da Baku’de toplanan 1. Türkoloji Kongresinde Türklere en uygun alfabenin Latin alfabesi olduğu, bu nedenle Türk devletlerinin Latin Alfabesine geçmesinin uygun olacağı yolunda bir tavsiye kararı alınmıştı Bkz.: http://turkoloji.cu.edu.tr/CAGDAS%20TURK%20LEHCELERI/umit_ozgur_demirci_turk_dunyasi_latin_alfabesi.pdf

[iii] İsmet BOZDAĞ Atatürk’ün Sofrası

[iv] Bekir Tünay –Atatürk ve Hatay -ATAM (Atatürk  Araştırma Merkezi) Dergisi Sayısı 5- Ruşen Eşret’in hatıralarına atıf.

[v] "Tarihi Gerçekler Işığında Belgelerle Mustafa Kemal Atatürk"- Yusuf Koç, Ali Koç