AT İZİ İT İZİNE KARIŞTI…

Zeynel KOZANOĞLU

Türkiye’nin şu günlerde içine düşürüldüğü durumu anlatmaya söz aradım. Ne yazık ki, bulamadım. Sonunda şöyle demem yeterli mi acaba diye düşündüm. “At izi it izine karıştı.”. Bu nedir Allahım, mücazat mı, mükâfat mı? Nedir bu?

Öyle bir akılsızlık içindeyiz ki, başımıza ne gelse ya onu bekliyor oluyoruz, ya da başımıza gökten taş yağsa birkaç günlük ah off tan sonra acıyı unutuyoruz, bir yenisini beklemeye koyuluyoruz. Ve geçmişte geçerli olan ahlâk kurallarının hepsi alt üst edildiğinden hangi şamar kimden geliyor, onu da ayırt edemiyoruz. Bir kör dövüşüne giriyoruz.

Oysa, Türk toplumu hiçbir acıya müstahak değil. Bu öyle toplum ki, yarısı derin uykuda, kalan yarısı da yalana dolana sıkı sıkıya sarılmaya dünden razı bir halde. Sabah sabah facebookta bakınıyorum. Danimarka’da oturan ve ekonomist olduğunu bildiren bir yurttaşımız devletimizin hiçbir yere beş kuruş borcu bulunmadığını öne sürüyor.

Böylesine uyurgezer bireylerinin bulunduğu bir toplum daha iyi koşullarda mı yaşasın? Ünlü yazar gazeteci var. “Biz Ortadoğu ülkesiyiz, böyle olaylar yaşanabilir” demiş. Buyurun… Allahın aptalı zavallı… Ortadoğu’da yaşananlardan biz uzak kalsak, bu bizim için yüz kızartıcı bir hal mi olur?

Ve geldiğimiz nokta… Barış istemek üzere evinden çıkmış doksan beş kişi artık evine dönemeyecek. Gazetelere televizyonlara bakıyor musunuz? Çoğunun derdi böyle bir yıkım karşısında milleti birlik olmaya çağırmak yerine parçalanmış cesetlerin görüntüsü için yayın yasağı konulmuş, ona öfkelenir haldeler. Çünkü insan değiller.

Tam doksan beş kişinin on saniye önce soluk alıp veriyorken şimdi soluk almıyor olmaları haberi yeterli değil mi? Parça parça ceset fotoları ne işe yarayacak. Adamın birini bulmuşlar. Onu konuşturuyorlar. Dönüp dolaşıp patlama anından söz açıyorlar.

Tam tamına doksan beş can… Beklenmedik bir zamanda ve beklenmedik bir biçimde artık aramızda değiller. Bu arada bu ülkenin medyasına düşen görev olayın her karesini yurttaşın gözünün önüne getirmek değildir. Ben gazeteciyim, hem de yazarım. Böyle bir manyaklık yurttaşa haberi ulaştırmak kılıfına büründürülmemeli.

Asıl habercilik o genç bayan gazetecinin yaptığıdır. İçişleri Bakanına “İstifa etmeyi düşünmüyor musunuz?” diye sorabilmektir. İçişleri bakanı “Güvenlik zaafiyeti yoktur” dediği sırada Adalet Bakanının gülümsediğini fark edip bunu ekrana getirebilmektir.

Ben bu iki gazeteciyi kutluyorum. Olayların acıklı yanını kurcalayarak insanımızın acıma duygusunu davet etmek başka bir şeydir. Öyle bir haberciliğin kimseye yararı dokunmaz. Ama milyonların hislerine tercüman olarak o bakanın orada bir dakika daha oturmasına imkan olmadığını yüzüne karşı haykırabilmek kahramanlıktır.

Kızcağızın başına neler geleceğini bekleyelim.

Şu sıralar Ankara’da yaşanan büyük yıkıntının üzerinde laf etmek akıllıca bir yol olmaz. “Şu yaptı, bu yaptı” demek de kimseye yarar getirmez. Yalnız bir iki ayrıntı var ki, bu ayrıntılar bize olayın arkasında yer alan gücün kim olabileceğini düşündürüyor.

Miting Sıhhiye Meydanında başlayacaktı. Ankara tren garının önü toplanma yeri idi. Devlet bomboş olan sıhhiye meydanında bütün önlemleri alırken binlerce kişinin toplanacağı gar önünde önlem almaktan niye geri durdu?

Bundan başka, olayın bir iki dakika sonrasında velev ki, haddini de aşarak bir takım kimseler taşkınlık etmeye kalkıştılar. Ve protesto eylemine giriştiler. Cenazelerin bile henüz ortada iken meydana çelik kuvvet sevk edip insanların üzerine biber gazı sıkmak pek mi elzemdi?

Olayın ertesi günü olay yerine karanfil bırakmak isteyenlere polisin engel olmaya kalkışması pek mi gerekliydi?

Hükümetin bu tutumu mu acaba dış mihrakların zihninde yanlış zan uyanmasına yol açtı. Demeye getiriyorlar ki, “Saldırıda hükümetin parmağı var”.

Bana sorarsanız ben hiçbir şey demiyorum. Sadece “Başın sağ olsun Türkiye” diyorum.