Al diyetini, ver özgürlüğümü...

Neşe DİLEKÇİOĞLU

Bazen ne yaparsan yap seni bir köşede unutur hayat.

Yaşam unutunca, inandığın, fikirlerini yaşatmaya çalıştıkların da unutur ya da görmezden gelir.

Üretirsin olmaz...

Çabalarsın olmaz...

Yazarsın, çizersin, kabullenemeyeceğin sistemin yaşam yalakalıklarına, yalakalarına, soytarılarına direnirsin, olmaz da olmaaz...

Sessizce, hayretle izlersin hangi sistem olursa olsun yalakaların inanmadıklarına alkış tuttuklarını.

Bir nevi çek edersin kimin ne olduğunu...

Senin boyun eğmeden, zaaf göstermeden, elinin tersi ile ittiğin, onlarınsa düşüncelerinin, bulundukları ortamın tam tersi olmasına rağmen, konforlu yaşam tercihleri, kariyerleri adına fikirlerini, ruhunu, bir pula satanların alçakça yükselişlerini...

Sonra kendini görürsün sırsız boy aynalarında. Mücadelenin, ayakta bükülmeden eğilmeden kalabilmek adına çabanın, insanca var oluş nedeninin, 'yaşa ve yaşat felsefe'nin fark edilip edilmediğini.

Sonra görürsün değersizleştirildiğini, boyunun ölçüsünü alırsın 'ben bu değilim, yanlışınız var' desen de. 

Çünkü başkaları biçer kör makasla sana dar gelen kimlik elbiseni, tıpkı acemi terziler gibi perişan eder koyarlar... 

Bunlar her yerde önde olmayı tercih ederler, önder olamadıkları için.

Bunlara ben 'yolun ortasına gizlenmiş takozlar' diyorum.

Yere değil de ileri baktın mı yandın, düştün mü ezer geçerler.

Aslında daha başında kimde ne kadar olduğunu görmek iyidir.

Çok üzülmezsin, tercihlerini gözden geçirirsin kendini gözden ırak nadasa yatırarak.

Adam satanların nasıl satın alındıklarını uzaktan daha iyi görürsün.

Onlarında üç olmasa da bir huzur maaşları vardır, huzursuz edip huzurla her ay alırlar.

Derdin de zaten o değildir; yaşamda biriktirdiğin kişilik çıkınını açarsın önüne, firavunun akçesi yerine, dudağın kanadığında kızılcık şerbetidir o diyerek hüdaya sığınırsın rızkın için.

Kaybettiklerini bir kefeye koyarsın, öbür kefede ise kazancın, onurlu duruşundur.

Daha ağır basar kefesi, nefsini vicdanla, akılla, merhametle, doyurduğun onurunun.

Mizan terazisinde tarttığın kazancın değil, kendinsindir aslında.

Kendine kendinin ispatıdır huzurla kafanı yastığa koymak.

Kaç okka geldiğini kimse bilmez, kendin bilirsin elbette.

O zaman ağırlığının özgül ağırlığını, özgürlüğün belirler.

Kaç okka geldiğini bildiğin, kişilik hafifliği yaşayan insanların seni tartmasına müsaade etmezsin.

Dönüp baktığında, çelişkilerin çelişkisi gibi ibresinin hafiflikten yana döndüğünü, kendinden olana bile tahammül göstermeyen, yükte ağır kendisi hafif kişiliklerin, alkışlarını daha önce hırsları yüzünden eleştirdiklerine çevirdiklerini, hileli kazançlarının üstünü örttükleri kişiliksizliklerinin, teammüllerinin, yalnız kendilerine döndürdükleri kazanç çarkının istifinde sessiz kaldıklarını görürsün...

Burada kabul görmek bile işte o zaman, o zaman kabulsüzlüğün olur.

Yürek terazinde tarttığın onurun, gururun, kişiliğin, şimdiye dek inandıkların  ilkeli duruşun, hayat felsefen olduğunda, seni yok sayan, tüm çabana iyi niyetine rağmen  görmeyen anlayışa şöyle seslenirsin.

"Al atını, ver tımarımı" bu biraz argo dili ise bir de şöyle diyelim; Al diyetini, ver özgürlüğümü...

Özgürlüğün bedelini hür irademle öderim...

Üstü kalsın...