21. Yüzyılda nasıl bir Türk milliyetçiliği?

Barış ATAGÜN

Türkiye son 19 yılda siyasal İslamcılığın egemen olduğu bir yönetimde uçuruma doğru sürükleniyor.

Devlet kurumları yozlaştı, siyasetin dili yozlaştı, halk kutuplaştı, insanlar gelecekten umutsuz, gençliğin hayalleri yok, halk geçim derdinde sefalet içinde yaşıyor.

Yavaş yavaş Atatürk'ün gençliğe hitabesinde halk için kullandığı ''fakr-u zaruret içinde harap ve bitap'' deyiminin gerçekleşmesine doğru ilerliyoruz.

Türk milleti her gün biraz daha fakirleşirken, her gün biraz da umudunu kaybederken Türk Milliyetçileri ne yapıyor?

Türk Milliyetçiliği şu anda birbirini yemekle meşgul…

Bir kesimi iktidarın küçük ortağı oldu ve her gün geçmişte yan yana yürüdüğü Milliyetçilere hakaret ediyor.

Bir kesimi ise muhalefette olmasına rağmen kendi içinde birbirine muhalefet ediyor.

Bir de küçük bir kesim var. Onlar ise her zamanki gibi hayal âleminde yaşayarak Çin Seddi önünde tüm Türklerle buluşup Orta Asya bozkırlarında at sürmeyi hayal ediyor.

Kısacası Türk Milliyetçi paramparça olmuş bir vaziyette… Daha kötüsü ise halkla kurduğu bağ çok zayıf.

Türk Milleti adına Milliyetçilik yaptıklarını söylüyorlar ama Milletin halinden haberleri yok.

İşçi, çiftçi, esnaf, memur, Üniversite öğrencisi, işsiz gezen gençler ne yaşıyor, hangi sorunlarla boğuşuyor?

Bu konularla alakalı hem halkla bir temasları hem de çözümleri yok. Sadece slogana dayalı bir Milliyetçilik devam ediyor.

Çünkü Türk Milliyetçiliği son 40 yıldır kendini hiç yenilemedi. 40 yıldır neredelerse bugün hala aynı yerdeler.

50 yıl önce o günün koşullarında Komünizme karşı Ülkücülük fikri güçlü ve etkili bir araçtı. Temelinde Komünizm karşıtlığı vardı ve bu karşıtlıktan beslenerek güçleniyordu.

90 lı yıllarda Komünizm yıkılınca Ülkücülük de aslında misyonunu tamamladı.

O güne kadar Komünizmle mücadele ederek yaşayan hareket, Komünizm tehlikesi ortadan kalktıktan sonra düşmansız kaldı.

50 yıl önce Atsız çizgisinde Türkçülük fikri de etkili bir milliyetçilikti. Dönemin ruhuna uygundu.

Ancak günümüzde bu iki anlayış da toplumun sorunlarını çözmek için yeterli değil.

En başta bugün Komünizm yerine İslamcılık tehlikesi varken Milliyetçilerin yarısı İslamcı iktidarla kol kola girip hala 40 sene öncesinin zihniyetiyle sola hakaret ediyor.

Daha dönemin ruhunu bile kavrayamamış, Türklüğün düşmanıyla kol kola girmiş bir hareket neyi çözebilir? Hiçbir şeyi çözemez, çözemiyor da zaten.

Farklı bir dönemde yaşıyoruz. Koşullar farklı, hayat şartları farklı, Dünya siyaseti farklı, her şey farklı.

O halde Türk Milliyetçiliği de artık farklılaşmalıdır. 21. Yüzyıla ayak uydurmalıdır.

En başta toplumla diyalog kurabilen sosyal bir Milliyetçilik anlayışına ihtiyaç var.

Türk Milliyetçisi diyince insanların aklına şiddete meyilli, kavgacı, kabadayı gibi hareketleri olan insanlar geliyor.

Öncelikle halkın gözündeki bu imaj yıkılmalıdır. Türk Milliyetçilerinin halkla yan yana geldiği tek yer şehit cenazeleri olmamalıdır.

Halkın tüm kesimleriyle kucaklaşmalı, onların sorunlarını yakından bilmeli ve bu sorunlara çözüm üretmek zorundadır.

Milleti tanımadan masa başında Milliyetçilik yapılmaz. Şanlı bir ecdadın torunlarıyız diye övünerek hayaller gerçek olmaz.

Fatih'i, Kanuni'yi, Atatürk'ü biliyorsanız çiftçi Ahmet'i, memur Mustafa'yı, öğretmen Ayşe'yi, işçi Rıza'yı da bileceksiniz ve bu insanların sorunlarına çözüm üreteceksiniz.

İkinci önemli dönüşüm ise laik bir Milliyetçilik anlayışına ihtiyacımız var.

''İslamiyet ruhumuz, Türklük bedenimiz'' anlayışının günümüzde bir karşılığı yok. Çünkü iktidarda İslamcı bir iktidar var zaten.

Millet İslamcı bir partiye oy verirken neden Türk – İslam sentezciliğini iktidar yapsın? Ayrıca bu dilin kime ne faydası var?

Ülke her gün tarikatların cehaletinde boğulup Türklük şuurunu kaybederek ümmetleşirken Türk Milliyetçileri herkesten daha çok laikliği savunmalıdır.

Çünkü şu anda laiklik, Türklüğün güvencesidir. Türklüğü yok etmek isteyenlerin önünde en büyük engeldir.

İşte bu yüzden Türk Milliyetçiliği laikliğe sıkı sıkıya sarılmalı ve İslamcılıktan uzaklaşmalıdır.

Üçüncü önemli değişim noktası ise Dünyayı tanıyan bir Milliyetçiliğe ihtiyacımız var.

Dış politika diyince aklımıza gelen ilk şey Orta Asya'ya gidip soydaşlarımızla kucaklaşmak olmamalı.

Elbette onları da düşünmeliyiz ama bizim önce yüzümüzü batıya dönmemiz gerekiyor. Doğudaki ülkelerin durumu bizden kötü durumda. Kendimizi doğuya ait ilan edersek kendimizi bulacağımız yer bataklıktır.

Atatürk boşuna Türkiye'nin yüzünü batıya çevirmedi. Çünkü çağdaşlık, refah, demokrasi, insan gibi yaşam batıda.

Bu yüzden Türk Milliyetçiliği geleceği Avrupa'da görmeli ve dış siyasetinin ana hattını batı üzerine kurmalıdır.

Son önemli değişim noktası ise yerli sanayi ve teknoloji üretimini Türk Milliyetçiliğinin en büyük ilkesi olarak gören bir anlayışa ihtiyaç var.

Günümüzde başka ülkelere bayrağını dikmek savaşla olmuyor, ihracatla oluyor.

Dünyada kaç ülkeye ''Made in Turkey'' damgası taşıyan ürün satabiliyorsak, kaç milletten insana ürünlerimizi kullandırabiliyorsak o kadar ülkede bayrağımızı dalgalandırıyoruz demektir.

Sanayi ve teknolojiye kafa yormayan, neden yerli otomobilimiz, uçağımız yok diye hüzünlenmeyen bir Milliyetçilik boş slogandan başka bir şey değildir.

Üretimi milli bir dava olarak görmeyen bir Milliyetçilik, günümüzde çağ dışıdır.

Eğer gerçekten Türklük davası için bir şey yapmak istiyorsanız değişmek zorundasınız.

Halkı tanımalısınız, halkın sorunlarına çözüm üretmelisiniz, çağdaşlığı ve laikliği savunmalısınız, hedefiniz Avrupa standartlarında bir ülke olmalı, akıl ve bilim en büyük davanız olmalı.

Bu değişim gerçekleştiği gün Türk Dünyası ve Türkiye yeni bir güne uyanacak.

Değişim olmazsa Dünya Mars'a giderken sizler burada ''İslamiyet ruhumuz, Türklük bedenimiz'' diyerek İslamcı iktidarların yönetimi altında yaşayacaksınız